Hayatta iyi ya da kötü insan yoktur diye giriyorum söze. Öyle birine göre iyi ya da kötü değil bu tüm insanlığa göre. Çünkü insanlığın nefretini kazanmış biri yoktur hayatta. Bize göre kötü olan biri elbet birinin kahramanıdır. Öyle olmasaydı siyahla beyaz dışında hangi renk olurdu hayatta? İnsanların kişiliklerine göre ya da bazı olaylara göre sınıflandıracağız bu renkleri ama bırakın karakterleri dinlediğimiz şarkıdan tutun yediğimiz yemeğe kadarrenk değişikliği yaşarız. Hatta yolda yürürken hatırlamak istemediğimiz birinin parfüm kokusunu duyduğumuzda rengimiz anında değişir.
Gelelim renk analizlerine... Öncelikle kahve tonuyla başlamak istiyorum. Krem, kahverengi artık aklınıza hangi tonu geliyorsa. Ben bu rengi hayatta pasif insanlara benzetiyorum. Yanına ne kadar canlı renk koyarsanız koyun o yine solgun görünecektir. Yani kahverengiden capcanlı olmasını veya kalabalık bir ortamda fark edilmesini bekleyemeyiz. Mavi ve tonları sırada... Lacivert mesela. Lacivet mavi tonu olduğunu kabul etmez, ben farklıyım der hep, kendini siyaha yakın gösterir. Bu renk gerçek hayatta sabit fikirli, inatçı insanların tam karşılığı olsa gerek. Saatlerce dil dökersiniz, tam ikna oldu dersiniz ama o yine de kendi savunduğu düşünceyi öne atar. Ona inatçı olduğunu söylersiniz bunun üstüne de ' ne alakası var ya?' diye size çıkışır. O yüzden lacivert insanlara dünyayı kendi etraflarında döndürmeye çalışıyor diyebiliriz. Daha açık mavi tonlarına gelelim mesela gök mavisine... Tamamen özgür insanlardır benim gözümde. Ne zaman nerde olmak isterlerse o an orda olurlar. Sırt çantalarını alıp çıkarlar gezmeye. Özgürlükleri dışında hiçbir şeyi kafaya takmazlar. Geniş insanlardır. Şu an kafası attıysa bir kaç saat sonra düzeliverir. Yani bu tür insanlar ne olursa olsun gülmeyi başarırlar.
Sarıya bir göz atalım şimdide. Sarı tonlarını hayatımızın hemen hemen her anında görmemiz mümkündür. Bir çoğumuza hüznü anlatabilir. Sonbaharı anımsatabilir. Sarı bana her zaman biraz eksik gelmiştir. Yani her şeyden azar azar anlayan insanlara bağdaştırabiliriz bu rengi. Sarı renkli insanlar biraz gitar çalmayı bilir, kendine yetecek kadar bilgisayardan anlar, biraz romantiktir vs vs. Yani bir konuda uzman değildirler. Çok yönlü ama her şeyden azar azar... Peki ya kırmızı? Kırmızı deyince aklımıza ne geliyor? Durun siz söylemeden ben bir kaçını söyleyeyim: bayrak, gül, ateş, seksilik... Kırmızıyı hayatımızın her anına koyabiliriz, her şeyin yanına yakıştırabiliriz. Bir tokada, bir kurdelada, küçük bir kız çocuğunun yanaklarında, sevgilisine verilmek istenilen bir gülde, bir kıyafette, çantada harika durmuyor mu kırmızı? Hatta o kırmızı bayanlar tarafından dudaklara sürüldüğü an hanımefendiyi bulunduğu ortamda fark edilmesine sebep olur. Ne giyerse giysin kırmızı ruj yakışır ona. O yüzden kırmızı erkeklerden çok bayanların rengi bana göre. Kırmızı renkli bayanlar tehlikelidir bana göre. İstediklerini yaptırana kadar bir çok yolu denerler. Buna cazibeleri de dahil. Sonuçtan memnun olmazlarsa yine başkasına yorarlar bu olumsuzluğu... Kırmızılar da dünyayı etraflarında döndürmek istiyor diyebiliriz. Tüm bunları bir kenara bırakacak olursak kana rengini veren de kırmızı değil midir ve hangi birimiz kan görmeye tahammül ederiz?
Siyahtan bahesedelim biraz da... Herkesin aklına geldiği gibi siyah bende de kapalılığı anımsatıyor. Ne yaparsak yapalım çok az şey öğreniriz biz bu siyahlar hakkında. Çünkü çok konuşmazlar, ortada çok görünmezler. Hayatlarını yeniden şekillendiren, yeni bir sayfa açan insanlar olarak da algılayabiliriz bunları. Melankolik olup da siyah olanlar vardır birde... Onlar bunalım takılmayı severler. Odalarındaki panjuru indirip gece, gündüz öyle oturmayı severler yarasa misali... Ayaklarını birleştirip, öne doğru uzatıp başlarını dizlerine koyup düşünmeyi seven tiplerdir benim gözümde. Hayatta 2 rengin olduğunu kabullenmeme rağmen büyüdükçe bu düşüncemden uzaklaşıyorum. Sanırım yaşlılığımda yeşille yapacağım jübileyi. Hayat siyah ya da beyazdır bence. Yani ya evet vardır ya da hayır! Çekimser olmak yok. Ancak gri bana evrende var olduğunu gösterdi. Bunu kısa bir olayla anlatabilirim. Park ya da kafe gibi kalabalık bir yerde sevgilinizi bekliyorsunuz. O da karşıdan geliyor ve sizi görünce gülümsedi. O gelmeden kokusu geldi burnunuza ve bayılacak gibisiniz. Ona olan özleminizle sarıldınız, etrafta sanki kimse yok. Gözleriniz nemli ve sevgilinizin de öyle. Kalp atışlarını hissettiniz bir anda. İşte gri renk tam buradadır. Etraf bir an da gri görünür gözünüze. Gerçekten seviyorsanız, o yanınızdayken özlüyorsanız, kokusuyla sarhoş oluyorsanız, çeşitli çılgınlıklar yaparken, çocuk gibi davranırken, elini tutarken etraftaki insanları görmüyorsanız geçmiş olsun(!) siz aşıksınız ve hayat size artık sade ve sadece gri! Etraf parlar size, çevreye 32 dişinizle gösteri yaparsınız çünkü sevginiz içinize sığmaz hale gelir. O an sizi sinirlendiren birine dahi zeytin dalı uzatırsınız. Siz sevgilinizin yanında onu sevmeyi de seviyorsunuz çünkü... On'lu dakikalarda sizdeki zeytin dalları kırmakla bitmez!
En sona etrafta hiç görmediğim beyazı bıraktım. Beyaza yakın çok insan gördüm hatta ' gel de şimdi bunun içinde kötülük ara! ' dediğim çok insan oldu ama hepsi beyaza yakınlar, beyaz değiller! Çünkü beyaz Tanrı'nın rengi. Mükemmelliğin rengi... Hep derler ya beyazdan için ' her renkte vardır ama hiç biri değildir ' diye. Bu cümleye inanmazdım ta ki Allah'a yakıştırana kadar. Çünkü bastırmaya çalıştığımız halde içimizde en çok büyüyen şey inançtır. En ateistimizden tutun en yalancımıza, en küfürbazımızdan tutun en alkoliğimize hepimizin içinde ' Allah ' ın ismi saklıdır. Yolda giderken aniden korna sesiyle irkildiğimizde Hay Allah! deyip elimizle damağımızı yoklarız. Hakaretlerimizde dahi Allah'ı eksik etmeyiz ' Allah cezanı versin' tarzı. Çok sinirlendiğimiz anlarda da ' Allah Allah! ' deriz. Yani ne kadar uzak durmaya çalışırsak çalışalımo her zaman dilimizin ucunda. Zor anında ' Allah ' ismini anmadan kaçış arayan ateist ya da alkolik gördünüz mü? Bu yüzden hayat siyahla grinin yanında beyaz kokar...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder