Okuyucu Sayacı

21 Eylül 2012 Cuma

Sayın Bayan


En dibe batmak bazen iyidir dediler. Çünkü kaybedecek hiçbir şeyin kalmaz! İyi, güzel de hep dipte mi atacağım voltamı? Beni dipten çıkaracak bir "dal"a ihtiyacım yok mu? İşte o dal öyle bir anda gelir ki; artık mahkumum en dibe dediğin anda tek hamlede çıkarıverir seni. Bir daha bırakmak istemezsin hiç, bırakasın gelmez. Ben o dalla varım artık. Beni bana armağan eden o! İşte böyle bir şey yeniden sevebilmek...
Birbirini taklit eden günlerde o dalın hayatında var olduğunu hissetmezsin bile... Sen bulmayacaksın zaten, böyle yazılmamış kitapta. O "ben burdayım!" diyecek. Sen de virgül koyduğun yerden devam edeceksin hayata, onunla... Artık paylaşma vakti!
Aynı ortamda olmamıza rağmen birbirimizin farkında bile değildik. Belki de yapılan aynı espriye gülüyorduk ama en fazlası buydu işte! Sonra bir baktık aynı sınıfa düşmüşüz. İşte o zaman fark ettim sendeki benliğimi... Nasıl yaklaşabilirdim sana? Bir dokunuş, bir kahve ısmarlama... Belki ders notlarını verirdin bana. Belki de çok güldürürdüm seni. Derse geldiğimde "merhabalar" deyişinle tanırdım. Çok güldüğünde kahkahalarını insanların kıskanmasını isterdim. Sen de bir elini yanağına koyup önüne dönerdin. Hem seni tanımama izin verirdin. Belki severdin beni. Kendini sevilmeye bırakırdın. Sana seni sevdiğimi her söylediğimde başını önüne eğerdin utangaçlığından. ... Derken sonunda uçup gitti ağzımdan yüreğimdeki kelebekler.
__ Peki ya neden ben?
__ Bilmem sadece oturduğun ilçe bize yakın diye... Hem aileyle tanışma, kız isteme, gelin alıcı falan da zor olmaz.
__ Saçmalama! Böyle bir şeye asla inanmam.
__ Tamam, tamam. İçimdekileri açıklayamadığım için sensin. Telefonum her çaldığında inşallah sendendir diye düşündüğüm için sensin.
__ Peki ya 1 yıl ömrüm kaldı desem sana?
__ O zaman "hemen evlen benimle!"
__ Niye evlilik? Son 1 yılını mükemmel geçir mi diyorsun?
__ Kesinlikle! Hem dünyayı gezeriz. Nereyi istiyorsan gösteririm sana. Belki çocuk yaparız...
Belki de tüm bu bilinmezliğe aşık oldun sen de, seni açıklayamamama... Hem önce köye götürürüm seni, amcamlara... Başında ilk defa bir yazma görürüm bu sayede. Şeftali toplarız. Traktörün kasasına bineriz. Hem belki kasadan inerken yardım ederdim sana. Belki de "bırak, ben kendim inerim!" deyip şehir kadınlığına meydan okurdun. Sonra evlenirdik, eğlenirdik hatta. En coşkulu düğün bizimkisi olurdu. Senin çocukluk arkadaşların, benimkiler... Üniversite arkadaşları falan filan. Sonra kızımız olurdu 1 tane. Görenler "anasının kızı" derlerdi, sapsarı altın saçlarıyla... 1 gün gideceğini hissederdi, sana benzerdi ama beni daha çok severdi... Saçlarını hep bana taratırdı, yemeğini benim elimden yerdi.
__ Yok, hayır, anlatma! Duygulanırım... Peki ya ölürsem? Bunları yaparsan ben görememiş, hissedememiş olacağım.
__ Sen ölürsen değil sen olursan bunlar olur. Asıl sen olmazsan ben ölürüm!

Hem belki evimizi 1. harikalar krallığı ilan ederdik ta ki televizyon karşısında fenalaşana kadar. Sağ avcun yüzümde, gözlerimden yaş değil de kan akıyor artık. Dizlerimin üstünde geçmez ki böyle hayat! Gitmek bu kadar erken olmamalıydı. Hem ben ne yapacağım şimdi? Senden kalan günlerle nasıl yaşayacağım?
Sana bir oda ayırdım üst katta. Duvarların her santimi fotoğraflarınla kaplı. En büyüğü de kızımıza hamileyken nehir kenarında benim çektiğim, hani şu başında gökkuşağı renkleriyle bezenmiş bantınla olan... Sol tarafta da beni bırakıp gittiğin koltuğun! Hala senin doğum sancıların, göz yaşların var o koltukta. Senin terin, senin kokun...
Kızımız 5 yaşına bastı bugün ve nihayet "annem nerede?" diye ağladı. Sen gittikten sonra zeytinli açma yemez oldu bizimkisi. Saçlarını da kendi tarıyor artık. Bazen bir kahkaha atıyor evin içinde, sen geldin sanıyorum. Düğmelerini bile kendi ilikliyor. Beni sorarsan, pazar kahvaltılarına 1 tabak daha az koyuyorum işte. Reçeli çıkartımıyorum, yenmiyor pek. Ekmek kızartıyorum ama halâ. Yemekten sonra 1 sigara daha yakıyorum sana 1 adım daha gelebilmek için... Seneye okula başlayacak küçüğümüz. Cevaplayamayacağım sorular soracak, belki de düğmelerini senin iliklemeni isteyecek, çorabını senin giydirmeni... Sanırım artık söyleme vakti sadece yazılarda var olduğunu...

14 Eylül 2012 Cuma

Duygu Katili(3. Şahıs Olmak)

                  3. şahıs olmak dendiğinde aldatmak çağrılıyor aklımızın odalarından. Bir sevgiliye, bir aşka ortak olmak isteyen 3.biri. Bir bölücü... İhanetiyle geliyor, bir gün gideceğiyle geliyor.Gelip, yakıp yıkmak için... Bir insan kaç kere 3.şahıs olabilir ki? Ya da şöyle sormalı bir insan kaç kere kendini öldürebilir? Bu 3.şahıs ilkinde gelir, ne varsa alıp götürür kendine ait olmayan... Ardında ihanet ve kin bırakır. İnsanların geleceğini çalar. Hem de kimseye sormadan! Neden? Çünkü sever... Ayıran olsa bile, sever.
                  2. olarak da seversin, aşık olursun. Sen onu seversin o da başkasını... Ona göre yine 3.kişisindir. Onun kalbinde yer yoktur sana. Bir affı bile yoktur onu sevmenin.. Ama sen "o mutlu olsun da beni sevmese de olur" dersin. Gümüş renkli günler siyah-beyaz olur artık. Etrafı tekrar renkli görememekten korkarsın. Gökyüzü gökkuşağını kaybetmiştir artık senin için. Kuşlar görünmeyen yerlerde uçar. Yazın başlangıcında leyleği havada görsen bile senin için bir şey ifade etmez, bilirsin. 3. kişiler telefonlarını kapatır. Kendilerini dinlemeye alırlar. Derler ki "acaba beni merak edip arayanlar, soranlar var mı?" Yatağının üstüne ters koyduğu telefonunu usulca kaldırır. Basar açma tuşuna. Bu arada mutfağa gider bir şeyler atıştırmaya. Hem o sırada telefon çoktan açılmış olur diye düşünür. Gelir nihayet. Telefona gülümseyerek bakar, elinde kalan yediği cipslerin kırıntılarıyla birlikte... Yok! Ne arayan, ne de soran... Hayat, işte o anın fotoğrafını çeker ileride yüzüne vurabilmek için, ders alabilmek için... Aşktır bu aşk! Aşık acı çekmeyi sevilmekten daha çok hak eder. Bu yüzden hep 3.şahıs olur.
                  Gelelim artık en nefret edilen 3.şahsa... Çünkü ilişkide barındırır kendisini. Hem de ihanet ve kin duyguları olmadan... İlişkiyi yaşayanlardan birinin istemediği bir durum karşısında diğeri tarafından bulunan 3.kişi... Nam-ı diğer "pis işleri yürüten şahsiyet!" 3. kişiyle alakalı olan kendi yapamadığı durumu 3.kişiden yapmasını ister ama bu 3. kişi karşı cinsten olmalı. Güçlük olacak, cesaretli olacak, ha bir de işini gördüğü kişinin sevgilisi bilmeyecek durumu. Sır tutmayı iyi bilecek yani! İşini gördürten kişi kadın oldu mu işte o zaman yandın! .Cazibeyi kullanmalar, rica etmeler, dostluğun gerekliliklerini hatırlatmalar ve en sonunda da tripler... Sen yapmak zorundasın artık. Sen 3. kişisin çünkü! Senin duygularının önemi yok. O anlatır da anlatır. Nasıl yapman gerektiğini söyler, hiçbir zaman pürüz istemez. Sana ne kalır? Uygulamak... Sen artık bir piyonsun(!)... Ama başarılı oldu mu da senden büyüğü olmaz. En büyük minnet duyguları da sana duyulur, unutmak için. Çünkü aradan zaman geçince "ya o zamanında bana böyle büyük bir iyilik yapmıştı." demez. Senin ruh halin, gel-gitlerin onu zerre ilgilendirmiyor artık. Kavga ettiğinizde alttan almaz, sende sadece kendini görür çünkü, kendi yaptırdığı ve yaptıracağı işleri...
                  Sen ise en zor olanı yaparsın. Kendinden nefret edersin, kendini hiç telakki edersin. Yine de yaparsın. Peki ya niye? İnsanların senin gururunu okşaması için yaptıktan sonra duyacağın 2 güzel söze kanarsın. Kendinden vazgeçersin. Oturup bir sigara daha yakarsın. Daha fazla içersin, daha fazla yazarsın. Yine de seni sana armağan edecek bir şey yok, bilirsin... Bir masabaşında günlüğe not edilirken yakılan bir sigaranın dumanı gibi o sapsarı ışıkta yavaş yavaş üflenip usulca kaybolursun, belki de hiç okumadığın o kitapların arasında... Başın döner, başın döner de yine de kendini hatırlayamazsın. İşte bilerek 3. şahıs olmak bu, isteyerek değil! Tüm bunları sana yaşattıkları sürece manası yoktur artık ne duyabilmenin ne de hissedebilmenin...